Zaman zaman
genç sporcularımızın uluslararası yarışmalarda büyük başarılara imza attığına
tanıklık ederiz. Organizasyonların yaş seviyesi yükseldikçe başarı hikâyelerinin
sayısı azalır ve profesyonel düzeye çıktığında minimuma iner.
Geleceğin
Messi’si, Ronaldo’su diye 16-17 yaşlarında videolarını izleyip hayran
kaldığımız genç yeteneklerin büyük umutlar ve bol sıfırlı kontratlardan sonra
yok oluşlarına tanıklık ederiz.
Aynı durum
öğretmenler için de geçerlidir. Yüksek not ortalaması, garip isimli sınavlar…
En iyilerini seçtiğini düşünen sistem daha birkaç yıl geçmeden öğretmenlerin
kalitesizliğinden dert yanar.
Peki bunun
sebebi nedir?
Amacı sadece
milli olmak ya da profesyonel sözleşme imzalamak olan sporcular gibi amacı
sadece atanmak olan öğretmenlerin de uzun vadede size başarı getirmesini
bekleyemezsiniz. Bu şekilde seçtiğiniz öğretmenlerin kendisinden 1 yıl sonra
atanan meslektaşlarına “Bizden geçti evlat, bayrağı siz devralmalısınız”
diyerek etrafına nasıl da ışık saçtığını görebilirsiniz.
İlkokulda
çok başarılı olan bir öğrencinin ortaokulda bocalaması, üniversiteyi derece ile
bitiren gençlerin iş yaşamında aynı dereceye ulaşamaması da buna benzer değil
midir?
Bütün büyük
başarı hikâyelerinin ortak noktası okul terkleridir. Çocuğunuz “Ben okulu
bırakıyorum, hayallerimin peşinden koşacağım” deseydi tepkiniz ne olurdu? (Hele
de dört yıllık ücreti peşin ödemişseniz…)
Hala daha
evlenmenin ön şartı olma özelliğini koruyan “sigortalı bir iş” miti yaşamaya
devam ederken gençlerin hayallerinin peşinden koşması emekliliğin ilk yıllarına
sarkmaktadır. Haliyle bu hayallere koşmak yerine yürüme ile yetinilmek zorunluluğu
vardır.
Mezunlar tarikatının mürit sayısı her
geçen gün artıyor ve artık tıp kazanamayan çocuğa nazar bile değmiyor.
1.sınıfta
astronot olmak isteyen çocuk kendini banka mülakatlarında buluyor. Bizi
başarıya ulaştıracak araç olması gereken okullar başarısızlığımızı örten
pelerinler halini alıyor.
Bu durumdan
rahatsız olan ülkeler eğitim sistemlerini 21.yüzyıla uygun hale getirmek için
ilk önce sınıflarını son model teknolojik araç gereçler ile donatırlar. Daha
sonra eğitimcilerinin bu araç gereçleri kullanamadıklarını fark ederler.
Okulun ilk
gününden itibaren çocuklar öğrencilik kariyerleri boyunca karşılaşacakları
sınavlara hazırlanırlar (hazırlandırılırlar). İşin ilginç tarafı çocuk daha o
sınavlara ulaşamadan sınav sistemi birkaç kez değişmiş olur. Astronot olacağını
ümit ederek yıllarca dirsek çürüten bir çocuk astrolog olarak bulur kendini.
Çünkü astrolog talebi çoksa bir ülkenin astronota ihtiyacı yoktur.
Bir çocuğa
normal şartlar altında suyun 100 derecede kaynadığını nasıl öğretebilirsiniz?
“Su 100
derecede kaynar” cümlesini defterlerine yazıp ezberlemelerini isteyebilirsiniz.
İyi bir öğretmenseniz basit bir deney düzeneği ile bunu görmelerini
sağlayabilirsiniz. Teknolojik imkânlarınız yeterli ise bir animasyon ile
öğrenmeyi daha kalıcı hale getirebilirsiniz.
Tamamı bu
felsefeyle kurgulanmış bir eğitim sistemi ile suyun 100 derecede kaynadığını
bilen milyonlarca mezun verebilirsiniz.
Oysa “Bize suyun 100 derecede
kaynadığını bilen değil çay demleyebilen adamlar lazım.”
Fen lisesine
dereceyle girip eve misafir gelince odasında saklanan gençlerin trigonometri
testinden kaç soruya doğru cevap verdiği ne kadar önemlidir?
Güzel
sanatlar fakültelerinde kemençenin çello ile girdiği amansız mücadelenin sebebi
nedir?
Yaya geçitlerinde
yayaların koşmak zorunda olmadığı bir ülke için kişi başına düşen test kitabı
sayısı kaç olmalıdır?
“Survivor:
Fizikçiler-Kimyacılar” olsa kazanan bilim olur mu?
Böylesi
sistemleri topaca benzetebilirsiniz. Müthiş bir enerji ile dönüp dururlar.
Seyretmesi keyiflidir. Ne yazık ki bir topacın ilerlediği henüz görülmemiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder