Yakın zamanda açıklanan üniversite
yerleştirme sonuçları ile okullarımız bir bir gurur tablolarını açıklayarak ne
kadar “başarılı” olduklarını kamuoyuna duyurma telaşı içerisine girdiler. Bu
yıl da gelenek bozulmadı ve tabloda en üst sırayı tıp fakültesi kazanan öğrenci
istatistikleri aldı. Devamında hukuk, diş hekimliği, eczacılık ve mühendislik
fakülteleri sıralandı. Dört yıllık ertelenmiş işsizlik vaat eden diğer fakülte
ve bölümleri kazanan öğrenciler bu listelerde küçük puntolarla da olsa kendilerine
yer bulmayı başarabildiler. Kuşkusuz, bu gurur tablosunun oluşmasında en başta
çocukların, sonra öğretmenlerin ve ailelerin büyük emekleri vardır. Daha
“nitelikli” öğrenci çekme refleksi ile mevcut tablonun “pembe” kısmını
kamuoyuna deklare eden ortaöğretim kurumlarının “gurur tablosu” paylaşımları ilk
bakışta göze ne kadar da hoş gelmektedir. Peki ya o tablolara giremeyenler?
Ne yazık ki eğitim kurumlarımız “ki bu bence kesinlikle ülke politikası değildir, olmamalıdır” bir üst eğitim kurumuna öğrenci hazırlama misyon ve vizyonu ile hareket etmektedirler. Okullarımızın bir üst eğitim kurumuna geçmeyi başaramayanların akıbetleri konusunda kendilerine biçtikleri bir rol ya da vebal maalesef ki yoktur.
Global konjonktürde diploma
reytinglerinin her geçen gün azaldığı gerçeği büsbütün ortada iken topyekûn yükseköğrenimli
olma sevdamızın bizi çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştıracağı algısından bir
an önce kurtulmalıyız. Ve en kısa zamanda iyi eğitimli bir doktor ile iyi
eğitimli bir berberin insan hayatı için aynı derecede önemli olduğu gerçeği ile
yüzleşmeliyiz.
Diploma verebilen ama meslek öğretemeyen
üniversitelerimizin keşmekeşliğine rağmen mezuniyet ile aylık kazanç arasında
genel ortalamaya bakıldığında şuan için doğru bir orantı vardır. Ancak bugün ilkokul/ortaokul/lise
mezunu birçok meslek erbabının doktora mezunlarından bile daha çok kazandığı da
bir gerçektir. Üniversitelerin bu kayboluşuna kariyer sitelerinde bulunan iş ilanları
önemli bir referanstır. “Üniversitelerin iktisadi ve idari bilimler
fakültesinden mezun olmak” -ki bu fakültelerde yediden fazla bölüm
bulunmaktadır- gibi kalıplaşmış bir ifade bulunmaktadır. Bu bir utanç
kaynağıdır. Özetle işveren şunu demek istemektedir: “Kardeşim, bu fakültedeki
bölümlerden hangisinden mezun olduğunun benim için çok da bir anlamı yok. Zaten
sana işi iş başında ben öğreteceğim.”
İstisnai durumlar hariç bugünkü eğitim
sisteminde (4+4+4) ortaöğretimi bitiren bir genç 18 yaşını doldurmuştur. Ehliyet alıp araç kullanmaya, pasaport alıp dilediği ülkeye seyahat
etmeye, ailesine sormaksızın evlenmeye, çocuk sahibi olmaya, daha da ötesi
milletvekili seçme ve seçilmeye anayasal olarak yetkin kılınan gençlerimiz maalesef
ki “üniversiteli olma” arzusu (dayatılmış arzu) ile para, zaman ve umutlarını yitirmektedirler.
Bu gün sadece birkaç dakika içerisinde
bütçeniz ölçüsünde dilediğiniz doktordan randevu alabilir, özel ders verecek
öğretmen bulabilir ya da evinizi yeniden dekore edecek bir mimara rahatlıkla
ulaşabilirsiniz. Ama evinizde değişmesi gereken bir elektrik anahtarı için muhtemelen
sıra beklemeniz gerekmektedir. Birkaç yıl sonra berberlerin, kasapların,
terzilerin önünde de benzer bekleyişlere şahit olacağız. Aksini planlamadığımız
sürece ortalama bir ineğin bile asgari ücret düzeyinde katma değer üretebildiği
bir devirde gençlerimizin “üniversite” bataklığına saplanıp yaşamadan
yaşlandıklarını görmeye devam edeceğiz.
Yorumlar
Yorum Gönder